Sürekli selfie çekme olarak bilinen selfitis, artık hastalık olarak kabul edilmesi gündemi karıştıran konulardan bir tanesidir. Amerikan Psikiyatri Derneğine göre sürekli selfie çekip paylaşanlar “selfitis” takıntılı bir hastalık olarak kabul edilmelidir. Nottigham Üniversitesi ve Hindistan’daki Thiagarajar Enstitüsü ise bu davranışın alışkanlık haline dönüşüp dönüşmediği konusunda araştırmalar değerlendirmeler yaprak hastalık olup olmadığına karar vermenin daha doğru olacağı görüşündeydi.
En son yapılan araştırmalar ve değerlendirmeler selfitisin bir ruhsal bozukluk olarak tanımlanması görüşünde oldu. Bu ruhsal bozukluğun ciddiyetinin ölçülmesi ve derecesinin ortaya çıkarılması için “Selfitis Davranış Skalası” geliştirdi. Bu gösterge çizelgesine göre selfitis ruhsal bozukluğuna sahipseniz hangi aşamada olduğunuz belirleniyor. 400’den fazla insan üzerinde değerlendirmeler ve testler yapıldı. Uluslararası yayınlanan bir psikoloji dergisine göre;
Selfitis Belirtileri
- Sınırda olanlar: Günde mutlaka en az üç selfie çeken, çektikleriyle tatmin olup sosyal medyada paylaşmaya ihtiyaç duymayanlar
- Akut: Günde en az üç selfie çekilip sosyal medyada paylaşmak için yoğun istek duyanlar, ve isteği karşılamak adına paylaşım yapanlar
- Kronik: Selfie çekmek için çok yoğun bir istek duyan, en az altı selfie çeken sosyal medyada hepsini paylaşan.
“Selfie” 2014 yılında Türk Dil Kurumu tarafından “özçekim” olarak sözlüğümüze eklendi. Ve yılın kelimesi haline geldi. Oxford Üniversitesi’nin sözlüğüne göre de selfienin anlamı “genellikle web cam veya akıllı telefon üzerinden fotoğraf çekip, sosyal medyada paylaşılan oto portre” olarak tanımlanmıştır. Aslına, selfienin tarihine bakacak olursak, ilk selfieler 2014 yılında paylaşılmamıştır. İlk selfienin öncüsü yaratıcısı Robert Cornelius’tur. Robert Cornelius 1839 yılında lamba mağazasının dışında çektiği ilk selfie tarihin ilk selfiesi olarak biliniyor. Robert, çektiği ilk selfieden yıllar sonra bu ufak fotoğraf denemesinin bu kadar popüler olacağını nereden bilebilirdi ki? Aynı zamanda insanlar selfieyi hastalık boyutuna kadar kullanacağını ve sırf selfieleri güzel çıksın diye estetik operasyonları olacağını da ön göremezdi. Ve tehlikeli yerlerde (uçurum, yükseklik, yırtıcı tehlikeli hayvanlar) ile selfie çekerek milyonlarca insanın öleceğini de bilemezdi. İnsanların aynada gördükleri yüze değil, selfielerde ki yüzlerini önemseyeceklerini ve takıntı haline getireceklerini bilmesi mümkün değildi. Hatta ve hatta insanların çektikleri fotoğraflar selfieler de ki hallerini akıllı telefon üzerinden düzenleyerek daha zayıf veya daha uzun olduklarından farklı gösterebileceklerini de asla düşünmemiştir. İşte günümüzde selfienin geldiği son nokta bu şekildedir.
Niçin Selfie Çekeriz?
Sosyal medyada gördüğümüz, beğendiğimiz hayatlarına sahip olmak istediğimiz birden çok insan var. Bu insanlar sürekli mutlu, sürekli eğleniyorlar ve hiçbirinin para ile sıkıntısı yok. Beğendiğimiz insanları taklit ederek onlar gibi olmak istiyoruz, onların giydiklerini giymek onların yedikleri yemekten tatmak istiyoruz. Bizde o insanlar gibi olmak istiyor, “Bende buradayım!” diye haykırmak istiyoruz. Çektiğimiz selfieler, havalı fotoğraflar birbirinden farksız olan pozlar taklit yeteneğimiz sonucu gelişir. Yayımladığımız selfieler ve fotoğraflar çaresizce “Bende buradayım! “haykırışları ve bağırışlarıdır. Selifitis hastalarına niçin bu kadar selfie yayımladıkları sorulduğunda verdikleri cevaplar şu şekilde olmuştur: “Fotoğraf veya selfie paylaşmadığımda kendimi dışlanmış, geri kalmış unutulmuş hissediyorum. Bende onlar gibiyim, beni çok fazla insan takip ediyor.” Verilen cevaplar okuduğunuz gibi korkunç boyutlardadır, sorulan sorular birden çok insana sorulduğunda hemen hemen yukarıdaki cevabı destekler tamamlar şekilde olmuştur. İnsanlar selfie çekip yayınladığında kendini insanların arasında ve mutlu hissetmektedirler. Çünkü artık bir gruba dâhildirler, asla yalnız değildirler mutlaka onları takip eden bir kitle vardır. Selfitis hastalığı insanların içindeki gizli egoyu ortaya çıkarmış, artık herkes kendini mükemmel göstermeye ve farklı göstermeye çalışmaktadır. Kendilerini gösteremediklerinde aşağılık duygusu hissetmekte kaybolduklarını düşünmektedirler. Sürekli paylaşım yapmazlarsa onu kimsenin beğenmediğini, saygınlıklarının yok olduğu fikrine kapılırlar. Giydiklerini yediklerini sergileyerek ne kadar prestijli bir hayata sahip olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. O an ruh hali üzgün ve depresif bile olsa mutlu göründüğü bir kareyi sosyal medyada yayımlayıp ne kadar mutlu olduğunu kanıtlamaya göstermeye çalışırlar. Bu şekilde paylaşım yapan insan, gelen beğeniler ve yorumlarla kendisini mutlu hissetmekte ve kendini tatmin etmektedir. Bu his zamanla insanlarda bağımlılık haline gelmekte bu beğenilme takdir edilme duygusu insanı ele geçirmektedir. Artık paylaşım yapmadan duramayan insanlar, her gittikleri mekânda yediklerini paylaşmakta, her farklı giyinişlerini göstermekte ve her özel anlarını paylaşmaktadır. Normalde herkesin görmediği mahrem alan sayılan evlerini paylaşmakta evlerinde geçen her anlarını herkese sunmaktadırlar. Sosyal medyada insanlar sürekli kendilerini ön plana çıkarmaya “Ben en özelim, harikayım, beni herkes beğeniyor, fotoğraflarım binlerce beğeni alıyor” psikolojisinde kendini en üstte görmekte, bu düşünce bencillik duygusunu perçinlemektedir. Artık sadece kendisi vardır, en özel kişilik biricik kişilik kendisidir.
Selfienin ve sürekli fotoğraf çekmenin insan psikolojisindeki etkisine değindik, bu hastalık ilerleyen zamanlarda daha yoğun kimlik bunalımlarına, sosyal medya dolayısıyla bunalımlara, olmadığı bir kişi gibi davranma davranışının artması ile kimliksizleşmeye kadar ilerleyebilir. Sahip olduğu hayat ile sosyal medyada takip ettiği hesapların arasındaki farkı zihninde sorgulayabilir ve yetersizlik aşağılık duygusuna sahip olabilir. Bu düşünce insanlarda tatminsizlik asla mutlu olmama, hep daha iyisini isteme gibi rahatsız edici davranışlara sebep olabilir. Bu bulgu ve verilere göre özellikle yeni nesil olan çocuk ve gençlerimizin sosyal medya kullanımını kısıtlamalı ve bilinçli çocuklar yetiştirmeliyiz. Bilinçli anlayan çocuklar yetiştirmez isek ruhsal hastalıkların çok daha yaygınlaştığı bir gelecek bizi bekliyor.